Ulusal Bilinç Ulusal Dil
Kültürel kurumlaşmalar dilsel birikimlerle olur. Avrupa’da aydınlanma, toplumların öz dillerine yönelmeleriyle kendini göstermiştir. Türk dilinin gelişim tarihi içinde, Kaşgarlı Mahmut, Arapçanın yoğun etkisini görüp, onun karşısına dilimizin varsıl (zengin) söz varlığıyla çıktığında dünya daha 11. yüzyılını yaşamaktadır. Bu, Türklerde dilsel bilincin çok erken ortaya çıktığını gösterir. Nitekim, belli bir kesim Osmanlıca düşünüp Osmanlıca yazarken, halk öz dilini korumuş; Yunus gibi, Dede Korkut gibi, Pir Sultan Abdal gibi ozanlar yetiştirmiştir. Türk kültürünün yeniden doğuşu olan cumhuriyetle Atatürk, halkın yaratıcı kaynaklarına yönelmiştir.
Dilin gelişmesi, kültürel gelişmenin göstergesidir. Dilini ve kültürünü geliştirememiş ulusların, gelişmiş ülkelerin tüketici kültür yükünü nasıl bir ağırlıkla omuzlarında taşıdığı, her gün izleçlerde (televizyonlarda), dinleçlerde (radyolarda), güncelerde (gazetelerde), günlük yaşamda yalnızca sevimli yüzünü gösteriyor. Son yıllarda Türkiye’de satış yerlerinin yabancı adlarla donanması, bu özentili kültür tüketiciliğinin karşısında korunmasız kaldığımızın somut kanıtıdır. Üretici olmayan toplumlar da ne yazık ki buna katlanıyorlar. Teknik alanda olsun, düşünce üretiminde olsun, o aracı yapan ya da bir düşünceyi geliştiren, doğal olarak onun adını da koyacaktır.
Dil devrimi, bir toplumun yaratıcılığını ortadan kaldırmaya yönelik baskılara başkaldırmadır. Devrim, katlanmaya, eylemsizliğe karşıdır. Atatürk’e göre, ulus, yeniliklerin yaratıcısı olmalı, bu yaratıcı gücüyle çağdaş dünyada yerini bulmalıydı. Bu bağlamda Atatürk, dilsel gelişimi, ulusal bilinç kazanmanın kaynağı saymıştır. Diliyle kişiliğini bulmamış toplumların sığıntılık duygusu içinde kimlik bunalımlarına girdikleri biliniyor. Atatürk’ün bütün alanlardaki bağımsızlık, özgürlük, uygarlık kavramlarıyla anlatmak istediği, toplumların başka kültürlerle iletişim içinde kendi öz kültürlerini geliştirmesi, toplumların karşılıklı olarak böyle bir duyguyu yaşamamasıdır. Toplumlara düşünme, duyumsama, yaratma özgürlüğü kazandıracak olan dil devrimi, onun için önemlidir. Türkçe yalnızca anlaşmanın, iletişim kurmanın aracı değil, yaratıcı düşüncenin, duyumsamanın da aracıdır.
Çağımızda dilsel alanların salt iletişimle daraltılması, yani dil içinde dilsel kopukluk, kişiler arasında var olması gereken düşünme, duyumsama, yaratma bütünlüğünü bozuyor. İnsanı yalnızlığa iten bu kopukluk toplumsal dayanışmayı, duygusal yakınlıkları da yok ediyor. Karşı cinsler arasında bile söz konusu olan bu kopukluk, içki ile uyuşturucu bağımlılığını günden güne artırıyor. ”Tükenmez” dediğimiz insan tükeniyor.
Türk Dil Kurumu :
Atatürk’ün kültür devriminin amacı, kimliğinden uzaklaşmış bir toplumu yeniden var etmek, birey olarak yüzyıllarca ezik yaşamış yurttaşımıza güven vermektir. Onun için ”Kurtuluş” tan hemen sonra, toplumda ulusal bilinci yaratacak kültürel alanlara el atılmıştır. Öğretimin Birleştirilmesi (1924) eğitimi laikleştirmiş, laik eğitim, düşünceyi belli kalıplardan kurtararak kişiyi inancında özgür kılmıştır. Yazı Devrimi (1928) ile okuma-yazma yaygınlaştırılmış, insanımıza çağdaş dünyanın kapıları aralanmıştır. Ardından tarihimizin ve dilimizin araştırılmasını öngören kurumlar, Türk Tarih (1931) ve Türk Dil Kurumları (1932) kurulmuştur.
İnsancıllık (hümanizm), Avrupa’ya ”ulus” olma bilincini getirdi. İnsanı ve insanca olan bütün değerleri öne çıkaran bu düşünce akımının etkisiyle Papalığın dinsel gücü zayıflayınca uluslar, ulusallıklarını kavramaya koyulmuşlardır. Toplum yaşamına laik düşünce egemen olmuştur. Türk Tarih Kurumu özellikle Anadolu tarihine yönelerek, tarihimizi Osmanlı’yla sınırlayan önyargılı değerlendirmeleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Toplum, toprakların varlığıdır. O topraklarda yaşayan bütün halklar kültür imecesi içinde olmuşlardır. Tarihin aynı zamanda kazıbilim (arkeoloji) olduğu, her kalıntının tarihe ışık tutacağı, ancak yapılan bilimsel araştırmalardan sonra anlaşılmıştır. Yabancıların yürüttüğü bu işlere zamanla (üniversitelerimizin) yetiştirdiği bilimciler de katılmıştır. Tarih, dilsel ve kültürel varlıkların kaynağıdır. Ancak bunlara iye (sahip) olan toplumlar ulusal kimlik kazanabilirlerdi. Atatürk, bu amaçla bir tarihçi gibi davranmıştır.
Ulusların kültürel birikimleri halk yaratılarında aranmalıdır. Halkın yaratıcılığı da en çok dilinden bellidir. Dili, zekaları bilgiyle ışıtıp donatmanın aracı sayan Leibniz (1656-1717) Latince’nin egemenliğine karşın İncil’i ulusal Alman diline çeviren Luther’ in başarısını söz konusu ederken onun, halkın ağzına bakarak konuştuğunu belirtmiştir. Gerçekten Luther kasaplarla, bahçıvanlarla konuşmuş, Almanca’nın geniş anlatım olanaklarını onların dilinde bulmuştur. Montaigne’in bir Zerzavatçı gibi anlatmaya özenmesini de halkın yarattığı dil birikimine bağlamak gerekir.
Atatürk’ün neredeyse bütün kurultaylarına, özel toplantılarında bile çalışmalarına katıldığı Türk Dil Kurumu öncelikle halk ağzından derlemelere yönelmiştir. Başta öğretmenler olmak üzere, bütün kesimlerden halk, Kaşgarlı Mahmut gibi, köy köy, oba oba dolaşarak öz dilini, halkın ağzında dolaşan sözcükleri, değişik adlandırmaları, deyimler ile atasözlerini toplamıştır.
Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı, o güne değin ”Cumhuriyet tarihinin en büyük çalışması” olarak nitelenen 13 ciltlik Derleme Sözlüğü, Anadolu insanının söz serüveninin ürünüdür. Kurum yalnızca bununla da yetinmemiş, yüzyıllardır kullanılan Arapça, Farsça sözcüklerin karşılığı olan sözcüklerin yer aldığı 8 ciltlik Tarama Sözlüğü’ nü de yayımlamıştır.
Türkçe bugün yalnızca kurumların değil, tek tek kişilerin de hazırladığı kapsamlı sözlüklere sahiptir. Öz Türkçe Sözlük (Ali Püskülloğlu) ise, her baskıda, yeni türetilen sözcüklerle genlik (hacim) kazanıyor. Osmanlıca, Türkçe’ye iyice yerleşmiş görünen sözcüklerin dışında neredeyse tümüyle ortadan kalktı. Bunlara koşut (paralel) olarak, Türkçe’de bilim, felsefe, özellikle çeviri dili büyük gelişme göstermiştir. Şiir ve roman dili en karmaşık duyguları içe işleyici bir biçimde yansıtacak anlatımlara ermiştir.
Atatürk‘ün dediği kesinleşmiş, dilimiz bilinçle işlenince bağımsızlığını da kazanmıştır. Kimilerinin bilgiçlik taslamak hevesiyle söyledikleri, Türkçe’nin özellikle Batı kavramlarını yeterince karşılamadığı önyargısı geçerliğini çoktan yitirdi. Bu bağlamda dilimiz anlatım yönünden de tam bağımsızlığına kavuşmuştur.
Devrime ihanet :
Bu olumlu gelişmelere karşın, Cumhuriyet tarihi içinde en çok dil devrimi saldırıya uğradı. Yeniliğe ayak uyduramayanlar, her fırsatta öz Türkçe’ye karşı çıktılar. Eski bir atasözümüz şöyledir: Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz gelir. Atatürk’ün aydınlanma devrimine çok söz gelmiştir. Söz bir yana, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını kapatarak, yaptıklarıyla devrim tarihini utandıranlar bile olmuştur. Resmi daireye dönüştürülen şimdiki Türk Dil Kurumu, eskileri yenilemeyi bile başaramıyor.
Çatısının altında hiçbir çağdaş yazarın yer almaması ne acıdır! Ancak, başarının büyüklüğü şuradan anlaşılıyor ki, ellerine fırsat geçtiğinde öz Türkçe’yi yasaklayanlar, bugün halka o dille sesleniyorlar. Atatürk’ün Türkiye’nin geleceğini güvendiği gençlerin büyük çoğunluğuysa Türkçe’yi analarının ak sütü gibi konuşuyorlar.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.