Custom Search

Ulusal Bilinç Ulusal Dil

19 Ocak 2013

Kültürel kurumlaşmalar dilsel birikimlerle olur. Avrupa’da aydınlanma,  toplumların öz dillerine yönelmeleriyle kendini göstermiştir. Türk dilinin  gelişim tarihi içinde, Kaşgarlı Mahmut, Arapçanın yoğun etkisini görüp, onun  karşısına dilimizin varsıl (zengin) söz varlığıyla çıktığında dünya daha 11.  yüzyılını yaşamaktadır. Bu, Türklerde dilsel bilincin çok erken ortaya çıktığını  gösterir. Nitekim, belli bir kesim Osmanlıca düşünüp Osmanlıca yazarken, halk öz  dilini korumuş; Yunus gibi, Dede Korkut gibi, Pir Sultan Abdal gibi ozanlar  yetiştirmiştir. Türk kültürünün yeniden doğuşu olan cumhuriyetle Atatürk, halkın  yaratıcı kaynaklarına yönelmiştir.

Dilin gelişmesi, kültürel gelişmenin göstergesidir. Dilini ve kültürünü  geliştirememiş ulusların, gelişmiş ülkelerin tüketici kültür yükünü nasıl bir  ağırlıkla omuzlarında taşıdığı, her gün izleçlerde (televizyonlarda),  dinleçlerde (radyolarda), güncelerde (gazetelerde), günlük yaşamda yalnızca  sevimli yüzünü gösteriyor. Son yıllarda Türkiye’de satış yerlerinin yabancı  adlarla donanması, bu özentili kültür tüketiciliğinin karşısında korunmasız  kaldığımızın somut kanıtıdır. Üretici olmayan toplumlar da ne yazık ki buna  katlanıyorlar. Teknik alanda olsun, düşünce üretiminde olsun, o aracı yapan ya  da bir düşünceyi geliştiren, doğal olarak onun adını da koyacaktır.

Dil devrimi, bir toplumun yaratıcılığını ortadan kaldırmaya yönelik baskılara  başkaldırmadır. Devrim, katlanmaya, eylemsizliğe karşıdır. Atatürk’e göre, ulus,  yeniliklerin yaratıcısı olmalı, bu yaratıcı gücüyle çağdaş dünyada yerini  bulmalıydı. Bu bağlamda Atatürk, dilsel gelişimi, ulusal bilinç kazanmanın  kaynağı saymıştır. Diliyle kişiliğini bulmamış toplumların sığıntılık duygusu  içinde kimlik bunalımlarına girdikleri biliniyor. Atatürk’ün bütün alanlardaki  bağımsızlık, özgürlük, uygarlık kavramlarıyla anlatmak istediği, toplumların  başka kültürlerle iletişim içinde kendi öz kültürlerini geliştirmesi,  toplumların karşılıklı olarak böyle bir duyguyu yaşamamasıdır. Toplumlara  düşünme, duyumsama, yaratma özgürlüğü kazandıracak olan dil devrimi, onun için  önemlidir. Türkçe yalnızca anlaşmanın, iletişim kurmanın aracı değil, yaratıcı  düşüncenin, duyumsamanın da aracıdır.

Çağımızda dilsel alanların salt iletişimle daraltılması, yani dil içinde dilsel  kopukluk, kişiler arasında var olması gereken düşünme, duyumsama, yaratma  bütünlüğünü bozuyor. İnsanı yalnızlığa iten bu kopukluk toplumsal dayanışmayı,  duygusal yakınlıkları da yok ediyor. Karşı cinsler arasında bile söz konusu olan  bu kopukluk, içki ile uyuşturucu bağımlılığını günden güne artırıyor.  ”Tükenmez” dediğimiz insan tükeniyor.

Türk Dil Kurumu :

 Atatürk’ün  kültür devriminin amacı, kimliğinden uzaklaşmış bir toplumu yeniden var etmek,  birey olarak yüzyıllarca ezik yaşamış yurttaşımıza güven vermektir. Onun için  ”Kurtuluş” tan hemen sonra, toplumda ulusal bilinci yaratacak kültürel  alanlara el atılmıştır. Öğretimin Birleştirilmesi (1924) eğitimi laikleştirmiş,  laik eğitim, düşünceyi belli kalıplardan kurtararak kişiyi inancında özgür  kılmıştır. Yazı Devrimi (1928) ile okuma-yazma yaygınlaştırılmış, insanımıza  çağdaş dünyanın kapıları aralanmıştır. Ardından tarihimizin ve dilimizin  araştırılmasını öngören kurumlar, Türk Tarih (1931) ve Türk Dil Kurumları (1932)  kurulmuştur.

İnsancıllık (hümanizm), Avrupa’ya ”ulus” olma bilincini getirdi. İnsanı ve  insanca olan bütün değerleri öne çıkaran bu düşünce akımının etkisiyle Papalığın  dinsel gücü zayıflayınca uluslar, ulusallıklarını kavramaya koyulmuşlardır.  Toplum yaşamına laik düşünce egemen olmuştur. Türk Tarih Kurumu özellikle  Anadolu tarihine yönelerek, tarihimizi Osmanlı’yla sınırlayan önyargılı  değerlendirmeleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Toplum,  toprakların varlığıdır. O topraklarda yaşayan bütün halklar kültür imecesi  içinde olmuşlardır. Tarihin aynı zamanda kazıbilim (arkeoloji) olduğu, her  kalıntının tarihe ışık tutacağı, ancak yapılan bilimsel araştırmalardan sonra  anlaşılmıştır. Yabancıların yürüttüğü bu işlere zamanla  (üniversitelerimizin) yetiştirdiği bilimciler de katılmıştır. Tarih, dilsel ve  kültürel varlıkların kaynağıdır. Ancak bunlara iye (sahip) olan toplumlar ulusal  kimlik kazanabilirlerdi. Atatürk, bu amaçla bir tarihçi gibi davranmıştır.

Ulusların kültürel birikimleri halk yaratılarında aranmalıdır. Halkın  yaratıcılığı da en çok dilinden bellidir. Dili, zekaları bilgiyle ışıtıp  donatmanın aracı sayan Leibniz (1656-1717) Latince’nin egemenliğine karşın  İncil’i ulusal Alman diline çeviren Luther’ in başarısını söz konusu ederken  onun, halkın ağzına bakarak konuştuğunu belirtmiştir. Gerçekten Luther  kasaplarla, bahçıvanlarla konuşmuş, Almanca’nın geniş anlatım olanaklarını  onların dilinde bulmuştur. Montaigne’in bir Zerzavatçı gibi anlatmaya özenmesini  de halkın yarattığı dil birikimine bağlamak gerekir.

Atatürk’ün neredeyse bütün kurultaylarına, özel toplantılarında bile  çalışmalarına katıldığı Türk Dil Kurumu öncelikle halk ağzından derlemelere  yönelmiştir. Başta öğretmenler olmak üzere, bütün kesimlerden halk, Kaşgarlı  Mahmut gibi, köy köy, oba oba dolaşarak öz dilini, halkın ağzında dolaşan  sözcükleri, değişik adlandırmaları, deyimler ile atasözlerini toplamıştır.

Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı, o güne değin ”Cumhuriyet tarihinin en büyük  çalışması” olarak nitelenen 13 ciltlik Derleme Sözlüğü, Anadolu insanının söz  serüveninin ürünüdür. Kurum yalnızca bununla da yetinmemiş, yüzyıllardır  kullanılan Arapça, Farsça sözcüklerin karşılığı olan sözcüklerin yer aldığı 8  ciltlik Tarama Sözlüğü’ nü de yayımlamıştır.

Türkçe bugün yalnızca kurumların değil, tek tek kişilerin de hazırladığı  kapsamlı sözlüklere sahiptir. Öz Türkçe Sözlük (Ali Püskülloğlu) ise, her  baskıda, yeni türetilen sözcüklerle genlik (hacim) kazanıyor. Osmanlıca,  Türkçe’ye iyice yerleşmiş görünen sözcüklerin dışında neredeyse tümüyle ortadan  kalktı. Bunlara koşut (paralel) olarak, Türkçe’de bilim, felsefe, özellikle  çeviri dili büyük gelişme göstermiştir. Şiir ve roman dili en karmaşık duyguları  içe işleyici bir biçimde yansıtacak anlatımlara ermiştir.

Atatürk‘ün dediği kesinleşmiş, dilimiz bilinçle işlenince bağımsızlığını da  kazanmıştır. Kimilerinin bilgiçlik taslamak hevesiyle söyledikleri, Türkçe’nin  özellikle Batı kavramlarını yeterince karşılamadığı önyargısı geçerliğini çoktan  yitirdi. Bu bağlamda dilimiz anlatım yönünden de tam bağımsızlığına kavuşmuştur.

 Devrime ihanet :

Bu olumlu gelişmelere karşın, Cumhuriyet tarihi içinde en çok dil devrimi  saldırıya uğradı. Yeniliğe ayak uyduramayanlar, her fırsatta öz Türkçe’ye karşı  çıktılar. Eski bir atasözümüz şöyledir: Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz  gelir. Atatürk’ün aydınlanma devrimine çok söz gelmiştir. Söz bir yana, Türk Dil  ve Tarih Kurumlarını kapatarak, yaptıklarıyla devrim tarihini utandıranlar bile  olmuştur. Resmi daireye dönüştürülen şimdiki Türk Dil Kurumu, eskileri  yenilemeyi bile başaramıyor.

Çatısının altında hiçbir çağdaş yazarın yer almaması ne acıdır! Ancak, başarının  büyüklüğü şuradan anlaşılıyor ki, ellerine fırsat geçtiğinde öz Türkçe’yi  yasaklayanlar, bugün halka o dille sesleniyorlar. Atatürk’ün Türkiye’nin  geleceğini güvendiği gençlerin büyük çoğunluğuysa Türkçe’yi analarının ak sütü  gibi konuşuyorlar.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.