Custom Search

Türkçe Bilim Sözleri : Bir Deneyim

20 Ocak 2013

Türkçenin yapısal olanaklarından, zenginliğinden ve güzelliğinden  yararlanılmalıdır. Sözcük gömüsündeki kök ve ek biçimbirimlerin zenginliğiyle,  Türkçe bütün diller içinde sözcük türetme olanakları bakımından en önde gelen  dil konumundadır.

      Prof. Dr. Aydın Köksal kimdir?

      1940’da İstanbul’da doğan Dr. Köksal, kuruluşuna katıldığı Hacettepe Üniversitesi’nde Bilgi İşlem Merkezi’ni (BİM) kurdu, yönetti (1967-80). HÜ Bilgisayar Bilimleri Doktora Programını başlattı (1974). ÖSYM/BİM’i kurdu,       yönetti (1974-87). HÜ Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği Bölümü’nü kurdu (1977); Başkanlığını yaptı (1980-85).

      Çalışma yaşamı boyunca yoğun biçimde zaman ayırdığı gönüllü hizmetler arasında, Türkiye Bilişim Derneği’ni kurdu, yönetti (1971-75; 1981-87); Bilişim dergisini yayınladı; Türkçe bilişim terimlerini geliştirdi. Kamu İktisadi Kuruluşlarını Yeniden Düzenleme Komisyonu Bilişim Altkomisyonu üyeliği (1971); DPT Elektronik Bilgi İşlem Sürekli Özel Uzmanlık Kurulu üyeliği (1975-86) ve Başkanlığı (1977-78) yaptı; Başbakanlık Danışmanlığı’nda (Devlet Durum Merkezi) bulundu (1981-82). Türk Dil Kurumu üyeliğine (1975), Yönetim Kurulu üyeliğine ve Terim Kolu Başkanlığı’na seçildi (1982-83). TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu Yürütme Kurulu üyeliğine seçildi (1984-87). Dil Derneği’nin kurucu üyeliği, Genel Yazmanlığı (1987-88) ve yönetim kurulu üyeliği yaptı (1987-92). Birleşmiş Milletler, UNESCO, SPIN, OECD, IFIP vb. uluslararası  örgütlerde, yurt dışında Türkiye’yi 22 kez temsil etti.

Şimdi, Ankara’da 1985’te kurduğu yazılımevi Bilişim Limited’i yönetmektedir.

Prof.  Dr. Aydın Köksal

Türkçe bilim dili olur mu? Bunca hızlı gelişen teknikbilimlerde bilim sözleri  ya da terimlerle ilgili sorunu nasıl çözeceğiz?” gibi sorular, Atatürk’ün dil  devrimine karşın, bugün de Türkiye’deki bilim ve öğretim çevrelerinde  gündemdedir. Öğretim düzenimizin yetersizliği dolayısıyla, bilimi, genel  yaşamdan kopuk, erişilmez bir “yücelik” gibi görenlerimizin kendi kendilerine  sormaları gereken soru şu olmalıdır: Biz Türkler, bilim ve teknikbilimi, başka  bir deyişle mesleklerimizi, kendi aramızda doğrudan iletişim kuramadan nasıl  uygulayabileceğiz?

Genç  bir elektronik mühendisi olarak, 1966’da işe başladığımda, bir dil ve iletişim  sorunuyla karşılaştım. Bilgi işlem yerine o zaman malûmat prosesingi deyimi kullanılıyordu. Konuşma dilinde ise İng. data processing ya da information procesing, memory, computer gibi evrensel olduğu  varsayılan bilim sözleri ya da terimler kullanılıyordu. Bunların evrensel  olmadığını Fr. traîtement de l’information, mémoire, ordinateur ya da Alm. Datenverarbeitung, Speicher gibi sözcüklerin  varlığından biliyordum. Avrupa’da Ortaçağın sonunu getiren Yenidendoğuş ve Yenidenbiçimleyiş’in temelinde yatan yönelişin, her ulusun kendi  anadilini bilim dili olarak kullanmaya başlaması olduğunu bildiğim gibi,  Atatürk’ün Türk aydınlanmasının temelini, Dil Devrimi’yle birlikte attığını da  kuşkusuz biliyordum. Böylece mesleğimi Türkçe konuşma isteğiyle, bilgi işlem, bellek konumu, işlem, komut, kütük, tutanak, yazıcı, veri, iletişim, donanım, yazılım gibi  adlandırmaları terim olarak düzenli biçimde kullanmaya başladım.

Bu bir deneme’ydi. Belki 20-30, belki 100 kavramın Türkçe karşılığını, bütün  öteki çağdaş uygar ulusların yaptıkları gibi, kendi anadilimin sözcüklerinden  yola çıkarak türetip çevreme önermek durumundaydım. Bunlardan yalnızca  birkaçının tutması bile başarı olurdu.

Bu  girişimdeki itici güç, bilişim mesleğini Türkiye’de başarıyla uygulayabilmek, bu  yeni mesleği Türkiye’nin kalkınmasını sağlayacak bir kaldıraç gibi  kullanabilmekti.

Başlangıçta durum

Çalıştığım bilgisayar firmasının müşterileri bilgi işlem sözcüğünü hemen  benimsediler. Bununla birlikte, “memory demesek bile hafıza demeliyiz, bellek olmaz” dediler; ama “bellemek yerine hafızlamak demeyi mi yeğlersiniz?” deyince hemen gerilediler…  Müşterilerden oluşan bir çevreye verdiğim ilk kurslarda, birlikte çok büyük bir  başarı elde ettik: Sivil ve asker kesimde 3-4 kez bu konularda kurs görmüş yeni  meslektaşlarımın, “programlama deyince ne olup bittiğini işte şimdi anladık”  diye büyük bir coşkuyla bana sarılmalarını unutamam. Bir yıl içinde bu yeni  meslek çevresinin aranan kişisi oldum. Çünkü Türkçeye yaslanarak sağladığımız  iletişim köprüsüyle, çözümsüz gözüken bütün kavramsal sorunları bir bir çözdük.

Mesleğimiz dışından, elektronik mühendisi, fizikçi vb. bilim adamlarımızın  çoğunluğu ise ürettiğim yeni sözcüklere tepki gösterdiler: “Enformasyon ayrı bir kavramdır, bilgi değildir; üstelik bilgi olsa da bilgi işlem deyimi ev kapı gibi bozuk bir yapı… Evin kapısı, bilginin  işlenmesi demek zorundasın; Türkçeyi bozuyorsun” dediler. Oysa ben bilgi  işlemek eyleminden doğrudan ad yaparak terim ürettiğimi savunuyordum.

Bugün bilgi işlem sözcüğü benim için bir mücevher değeri taşıyor. Önerdiğim donanım, yazılım, bilgisayar, bilişim gibi yaklaşık  2.500 sözcüğün hepsi tuttu.

Amaç,  kapsam ve sözün bireyselliği

Bu  yazının amacı, 1966’da tek başıma giriştiğim, ama 35 yıldır bütün bilişim meslek  çevremle birlikte sürdürdüğüm bir deneme’den elde edilen sonuçları, başka  mesleklerde uğraş veren çağdaşlarıma ve gelecek kuşaklara aktarmaktır.

Denemenin kapsamını, daha başlangıçta bilgi işlem ya da daha geniş kavram  olarak bilişim teknikbilimi’yle iyice sınırlamıştım. Gerekçemi “işimizi  iyi yapmak” biçiminde dile getirdiğim gibi, başkasının işine de hiç karışmadım.  Matematik, elektronik, dilbilim gibi alanlarda, sorulduğunda birkaç önerimi  ilgilenenlere söylemiş olsam ya da yazılarımda sırası geldiğinde kullanmış olsam  da, doğrudan uygulayıcısı olmadığım konuları titizlikle ve bilinçle, bu deneme  kapsamı dışında tuttum.

Bir de  burada şunu belirtmeliyim: Türkçe bilişim terimleri üretme ve bunları mesleğimi  uygularken kullanma çabamı, Türkiye Bilişim Derneği (TBD) Başkanı, Hacettepe  Üniversitesi (HÜ) Bilgi İşlem Merkezi Müdürü ya da Bilgisayar Bilimleri  Mühendisliği (BBM) Bölüm Başkanı olarak yönetme onurunu taşıdığım hiçbir  örgütte, ne de katıldığım ya da yönettiğim herhangi bir başka çalışma takımında,  çevreme baskı yaparak benimsetmeye kalkışmadım. Konuya, gerekçemi tartışarak,  çevremdekileri uyarmaya, inandırmaya, onlara kendimi ve söylemimi sevdirmeye  çalışarak yaklaştım. Çevremi gücendirmemeye, hiç kimseye saygısızlık,  anlayışsızlık etmemeye çok özen gösterdim. Bununla birlikte, kendi Türk  kişiliğim gereği, özen gösterdiğim bireysel söz’ümü özgürce kullanmaktan  da geri durmadım; bu konuda hiç ödün vermedim. Descartes’ın dört yüz yıl önce  yaptığı gibi, “doğru olduğunu açık seçik anladığım yöntemi” bir gün  savsaklamaksızın özenle uyguladım. ……….

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.