Custom Search

Servet-i Fünun Döneminde Siyasî Gelişmeler ve Sosyal Durum

1 Haziran 2013

Siyasî Gelişmeler ve Sosyal Durum : 7 Eylül 1876’da tahta çıkan 2. Abdülhamid, devletin halini ve milletin kendisinden ne beklediğini bilir; fakat güvenebileceği bir ekibi mevcut değildir. Sadrazamlığa “Genç Osmanlılar” teşkilatının desteklediği Midhat Paşa getirilir. Bir taraftan da Kanûn-ı Esâsı çalışmaları sürdürülmektedir. II Abdülhamid devlet tehlikeye düştüğünde meclisi kapatma yetkisini kendisine veren 113. maddeyi anayasaya koydurmaya muvaffak olur.. 23 Aralık 1876’da Kanûn-ı Esâsı ilân edilir. 29 Mart 1877 tarihinde Meclis-i Meb’usân açılır. Bu esnada Rusya Avusturya ile birleşerek devleti parçalama anlaşması yapar. 11. Abdülhamid, askerlerin savaşacak kudreti olmadığını anladığı için savaş taraftarı değildir. Fakat Meclis-i Ayan ve Meb’usân‘ın savaş konusundaki kararına karşı gelemez. Rusya, 19 Nisan 1877’de savaş ilân eder. Böylece “93 Harbi” başlamış olur. Ruslar farklı bölgelerden hücuma geçerler ve Edirne‘ye kadar gelirler.

Bu arada Meclis-i Meb’usân, kısa sürede etnik grupların entrika merkezi haline gelir. Türk meb’uslar neredeyse azınlığa düşmüş; azınlık temsilcileri kendi milletleri lehinde kararlar çıkarmaya çalışmaktadırlar. Türklerin menfaatinin tehlikeye düştüğünü gören II. Abdülhamid, devleti çok zor duruma düşüren “93 Harbi’ kararının bu meclisten çıktığını unutmaz. Ruslar Edirne’ye girince, devletin ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu düşünür. Kanûn-i Esâsı yürürlükte kalmak üzere 13 Şubat 1878’de, 113. maddeye dayanarak Meclis-i Meb’usân‘ı süresiz tatile sokar. Bu tatil otuz yıl, beş ay, dokuz gün sürecektir.

Osmanlı Devleti zor durumda ve yalnızdır. Rusya’nın tek başına Osmanlı Devleti’ni parçaladığını gören İngiltere, donanmasını Ege’ye gönderir. Rusya İstanbul’a gireceğini ilân eder. Osmanlı Devleti barış talebinde bulunur. 3 Mart’da Yeşilköy Anlaşması imzalanır. Anlaşmaya göre Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız hâle gelecekler; Bulgaristan Osmanlı hakimiyetinde muhtar bir prenslik olacak; Bosna – Hersek’ten vergi alınmayacak; Kars, Ardahan, Karaköse ve Batum Ruslara bırakılacaktır.
“93 Harbi” Osmanlı Devleti için ağır bir felâket olur. Ancak II. Abdülhamid’in dış politikadaki dehası sayesinde anlaşmanın bir çok maddesi hiç uygulamaya konulmaz. II. Abdülhamid otuz yıl boyunca çeşitli politik manevralarla anlaşma maddelerini sürümcemede bırakır.

Osmanlı Devletinin sıkıntıları bitmemiştir: 1881’de Tunus Bey’i Fransız himayesini kabul eden anlaşmayı imzalar, İngilizler 1887’de Mısır’ı işgal eder ve sürekli Arap milliyetçiliğini tahrik eder. 1898’de İngiliz, Rus, İtalyan ve Fransız kuvvetleri Girit’i işgal eder. Girit adasına muhtariyet verilir. Bu arada Yunan ve Bulgarlarla savaş devam etmekte; Balkanlar’da isyanlar sürmektedir. Ruslar ve İngilizler doğuda Ermenileri kışkırtırlar. Ermeni zulümleri son haddini bulur, İstanbul dahil, çeşitli şehirlerde isyanlar çıkar. Bu arada “Genç Türkler Cemiyeti”, Makedonya’daki Türkler üzerinde çalışmaktadır.

Bu arada Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde II. Abdülhamid’e suikast plânları yapılmaktadır. Bunlardan bir Ermeni komitesi 21 Temmuz 1906’da plânını uygular. Abdülhamid cuma namazlarını Yıldız Camiinde kılmaktadır. Çıkış saati tespit edilir ve içi dinamit dolu ve saatli bomba konulmuş bir araba çıkış kapısına yerleştirilir. Padişahın kısa bir süre oyalanması, suikastten kurtulmasını sağlar. Ermeniler tarafından getirilen Belçikalı anarşist tutuklanır ve idama mahkûm edilir. Sultan II. Abdülhamid affeder.

Sultan Abdülhamid Han, Osmanlı Devletini her taraftan saran Hıristiyan emperyalizmine karşı İslâmî potansiyeli kullanmaya çalışır. İstanbul – Bağdad demiryolu hattını açar. Müslümanlar arasında dayanışmayı güçlendirmeye gayret eder. Ancak bu politika, İngilizlerin Araplar arasında milliyetçilik duygularını tahrik etmeleri sonucu başarıya ulaşamaz.

Osmanlı Devletini paylaşmak için didinen ülkeleri birbirine karşı kışkırtan Sultan Abdülhamid, Almanya’ya yakınlık gösterir; onların gelişen sanayi ve ticaretlerinden fay-dalanmak ister. İlk kez bir Alman İmparatoru 1889’da İstanbul’u ziyaret eder.
Azınlıklar arasında yayılan milliyetçilik duyguları, Tanzimat’ın sağladığı ortam içerisinde Türk aydınlar arasında da yayılır. Ancak Tanzimat aydınları bu fikrin devleti parçalanmaya götüreceğini bildikleri için, her türlü dinî ve etnik farklılıkları reddederek, sadece siyasî mensubiyeti yeterli sayan “Osmanlıcılık” fikrine bağlanırlar. Buna rağmen aralarında fikir ayrılıkları vardır. Zaten bu fikre Müslüman Türklerden başka samimiyetle inanan yoktur. 93 Harbi ve Balkanlar’daki Sırp, Ermeni, Bulgar ve Rumların Müslüman halka yaptıkları zulümler, Osmanlılık fikrine gölge düşürür. Hürriyet ve meşrutiyet fikrini savunan “Genç Osmanlılar” ise bir teşkilatlanma gerçekleştiremezler. Meclis-i Meb’usân tatil edilince, aydınların bir kısmı Avrupa’ya kaçar. Bir kısmı ise kaçmış havası içinde, dışardaki çalışmalar hakkında Yıldız Istihbârâtı‘na bilgi vermek üzere Sultan Abdülhamid tarafından gönderilir. Yurt dışında bulunanlar. Batılı devletlerin de desteğiyle değişik dillerde çok sayıda gazete yayınlayarak Sultan Abdülhamid aleyhine propagandaya girişirler,
1889 yılında istanbul’da gizli olarak Osmanlı îttihad ve Terakki Cemiyeti kurulur. 1895’de ileri gelenleri yakalanarak İstanbul’dan çeşitli görevlerle uzaklaştırılırlar. Bir kısmı da Avrupa’ya kaçar. Aralannda görüş birliği sağlayamazlar. Bir müddet sonra da dağılırlar.
Bu arada Sultan Abdülhamid af ilan eder. İsteyenlerin, muzır çalışmalannı bırakmak kaydıyla, yurda dönerlerse memuriyete alınacaklannı; isteyenlerin ise sefaretlerde çalışıp tahsillerine devam edebileceklerini söyler. Cemiyetin Cenevre’den faaliyetleri yürüten başkanı Mizancı Murat Bey ve büyük çoğunluk yurda döner. Bir kısmı da elçiliklerde görev alırlar.

Paris’e kaçmış bulunan Prens Sabahattin – annesi Sultan Abdülhamid’in kızkardeşidir- Genç Osmanlılar’ı bir araya toplamaya çalışır. 1902 yılında Jön Türkler arasında bütünleşmeyi sağlamak üzere, Paris’te Rum ve Ermeni delegelerin de katıldığı bir kongre toplanır. İhtilâlci metodlarla ve yabancı ülkelerden yardım alarak Abdülhamid‘i devirmeyi plânlarlar. Aralarında görüş ayrılıkları belirir ve îttihadçılar ayrılır. Prens Sabahaddin Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurar.

Ittihadçıların bir kısmının hedefi devletin parçalanmasını önlemektir. Çeşitli ıslahatlar yaparak devleti güçlendirmeyi, 1876 Anayasasını yürürlüğe koyarak Meclis-i Meb’usân‘ı tekrar açtırmayı düşünürler. “Osmanlılık” fikrine bağlı olmakla birlikte Türklük şuurunu canlandırmaya, hilâfeti ve meşrutiyeti Türk unsuruna dayandırmaya gayret ederler. Bir kısım ihtilalciler ise Sultan Abdülhamid’i öldürme plânları yaparlar. Mücadelelerinde müslim-gayrimüslim ortak hareket ederler.

Sultan Abdülhamid, yurt içinde batıdan gelme fikir akımlarının yayılmasına izin vermez. Basına karşı sıkı bir sansür uygulanır. Jurnalcilik yaygınlaşır. Bu ortam içerisinde yurt dışına gidemeyenler susmak zorunda kalırlar. Genç Osmanlıların iktidar hevesine kapılmış kişiler olduğunu düşünen Sultan Abdülhamid için bu kişiler, “yolunu şaşırmış kuzular” dır. Yabancı devletlerin bunlar üzerinde oynadıkları oyunları bozmak ister; onlara mümkün olduğunca yumuşak davranır. Ancak fikir ve inanç yönünden taviz vermez. Osmanlı Devletinin çöküş halinde olduğunu söylemenin memlekete zarar verdiğini, hürriyetin bir silah olduğunu, kullanmasını bilmeyenlerin elinde felâketlere yol açabileceğini söyler. Osmanlı unsurları arasında millî şuurun doğamayacağını, azınlıkların dinî imtiyazlarından vazgeçmeyeceklerini ısrarla vurgular. Eğitime büyük ağırlık veren Sultan Abdülhamid, sadece Müslüman halkı birbirine bağlayan dinî şuura güvenmektedir.

Selanik, Şam, Kahire ve çeşitli Avrupa merkezlerinde yeni ihtilâlci cemiyetler kurulur, îttihad ve Terakki Cemiyeti, 1907’de orduya dayalı ihtilâlciliği mücadele yöntemi olarak benimser. II. Meşrutiyet’in ilânının Osmanlı unsurlarının birliğini sağlayacağını düşünürler. Ancak Türkçülük fikri de oldukça yayılmıştır.

Üçüncü ordunun genç subayları, Meşrutiyet fikri etrafında hürriyetin ilânını isterler. Bunun için Bulgar, Sırp ve Arnavut ihtilalcileriyle dayanışmaya girmekten çekinmezler. Sultan Abdülhamid altmış yaşında, hasta ve yorgundur. İhtilâlcilerin çoğu onun açtığı okullardan yetişmiştir. Ittihadçılar, Sarayı telgraf yağmuruna tutarlar. Baskılara dayanamayan Sultan Abdülhamid, Meşrutiyet’i 23 Temmuz 1908’de ikinci kez ilân eder. II. Meşrutiyet’in sloganı “hürriyet, uhuvvet, adalet, musâvât”dır. İstanbul’da gösterilerin ardı arkası kesilmez. İmparatorluk içinde hocalarla papazlar kucaklaşır; Sırp, Yunan ve Bulgar çeteler şehirlere inerek bayram yaparlar. Slogan aynı, ama herkesin beklentisi farklıdır. Hapishaneler boşaltılır; sansür kaldırılır; Yıldız İstihbarat Teşkilâtı dağıtılır.

İttihad ve Terakki Cemiyeti kargaşalığı yatıştırmaya çalışır. İstanbul’da bu karışıklıklar sürerken 5 Ekim 1908’de Avusturya – Macaristan İmparatorluğu Bosna -Hersek’i ilhak eder. 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a bağlanır. Bulgaristan’ın istiklâli tanınır. Bu durum İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin itibarını sarsar. Halk “sürü çobansız olmaz” diyerek Sultan Abdülhamid lehinde gösteriler yapar. Bir yandan da seçim hazırlıkları yapılmaktadır. II. Meşrutiyet Meclisi’ne 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1 Rum seçilir. Kabine kurulur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti nihayet uyanır ve açıktan Türkçülük yapacak şekilde programını yeniden düzenler. Ancak aydınlarla halk arasındaki mesafe de gittikçe açılmıştır. Siyasî mücadele şiddetlenir; sürekli kabine değişikliği yapılır. Ordu siyasetin içine girer. Her yerde karışıklık ve huzursuzluk artar. Bu karışıklıklarda Îttihad ve Terakki Cemiyetine destek veren Mason localarının da payı büyüktür.

Ordunun siyaset dışı bırakılmaması 31 Mart Vak’ası’na yol açar. Miladî takvime göre 12 – 13 Nisan 1909 gecesi, Avcı Taburları’nın askerleri, subayları kışlaya hapsederek çavuşları öncülüğünde Sultanahmet Meydanı’na yürürler. İstekleri arasında şeriate sadık kalınması, İttihatçıların sürülmesi, Hükümet’in değişmesi. Padişahın kendilerini affetmesi ve İslâm kadınlarının Beyoğlu’na gitmemeleri de vardır. Bu karışıklıkta bazı ittihatçılar öldürülür. Sultan Abdülhamid bu yaklanmayı tasvip etmez. Askerleri yeniçeri, âsî olmakla suçlar. Tevfik Paşa yeni hükümeti kurar; ancak ayaklanmalar bitmez. Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa ve Enver Paşa gibi İttihatçıların ileri gelen subayları Selanik‘te bulunan Kurmay Başkanı, Kolağası Mustafa Kemal komutasındaki Hareket Ordusu‘nun başına geçerler. Hareket Ordusu İstanbul’a girer. Sultan Abdülhamid’in çatışma olmaması için gösterdiği bütün çabaya rağmen, kışlalar topa tutulur.

Mâbmud Şevket Paşa, İstanbul ve çevresinde örfi idare ilân eder. İdamlar, hapisler, sürgünler birbirini kovalar. Yıldız Sarayı hademelerine kadar boşaltılır. Meclis-i Meb’usân, Sultan Abdülhamid Han‘ın tahttan indirilmesi için fetva alır ve 27 Nisan 1909’da veliaht Mehmet Reşad tahta çıkarılır.
Sultan Abdülhamid Han, tahttan indirildiğinin hemen gecesinde Selânik’e gönderilir. Çok sıkıntılı yıllar geçiren Sultan Abdülhamid, 1913’de İstanbul Beylerbeyi Sarayı’na nakledilir. Balkan Harbi ve I. Dünya Harbi felâketlerini görür. 10 Şubat 1918’de vefat eder.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.