LYS Edebiyat Deneme Sınavı Çözümü – 4
1. Eleştirmenlerimizden, “geriye doğru atılmış sağlam köprüleri yok” diyerek söz eden yazar bu yakınmasının nedenlerini açıklayarak çoğu eleştirmenimizin eski edebiyatımızı tanımadığını, eski edebiyat konusunda 1940 eleştiri kuşağının saptadığı değer yargılarıyla hareket ettiklerini, geçmişi öğrenme zahmetinde bulunmadıklarını söylüyor. Yazarın “geriye doğru atılmış sağlam köprüler” derken kastettiği ise edebiyat geleneğimizle bağlantı kurmak, bunun için de bu geleneği tanımak, bu geleneğe ilişkin sağlam bir birikim edinmiş olmaktır.
Cevap: B
2. Parçada edebiyatın bir yanıyla cerrahlık olduğu söyleniyor. Cerrah, neşterini kullanarak vücudun herhangi bir yerini kesen, açan; vücudun içini görüp inceleyen, durumu çözümleyen kişidir. Edebiyatın bir cerrahlık olması ise “Kendini açıp iç gerçeğini tanıma uğraşı” olarak görülebilir.
Cevap: B
3. “Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın? / Elin boş mu gireceksin geceye? dizelerinde tarla, kişinin ömrü; gece de ölüm olarak düşünülürse, şiirde ömrün boşa geçirilmiş olmasından duyulan bir korkunun dile getirildiği anlaşılabilir.
Cevap: C
4. Sözcüklerin yeni bir anlam elde etmek için yan yana getirilmesine bağdaştırma denir. Dilde yaygın olarak kullanılan ifadelerle oluşturulan bağdaştırmalara alışılmış bağdaştırma, birbiriyle uyuşmayan, bağdaştırmalara alışılmamış bağdaştırma denir. A’da “suyun akması” alışılmış bir bağdaştırma iken “tarihin, yıldızın, insan ve fikrin akması” alışılmamış bağdaştırma sayılır. B’de “zamanın bakması”, “sessizliğin dökülmesi”; C’de “Rumeli türküsünün kanat çırpması”, “sımsıcak bir duanın ellere yıkılması”; D’de “zamanın düğümlenmesi” alışılmamış bağdaştırmalardır. E’de ise böyle bir örnek bulunmuyor.
Cevap: E
5. Şairler kendi aralarında gizlice tüneller kazmakta ustaymış. Farklı zamanların ve farklı coğrafyaların insanları olsalar da bu tüneller onların dünyalarını buluşturuyormuş. Şairler arasındaki bu tüneller birer iletişim kanalı olarak düşünülebilir belki. Bu durumda onların birbirlerini anlayan, seven ya da birbirlerinin eserlerini okuyan kişiler olduklarını düşünebiliriz. Ancak aralarında asırlarla ifade edilen zaman farkı olan kişiler, birbirlerini anlıyor, seviyor veya okuyor olamaz. Öyleyse bu tünellerin onların dünyalarını buluşturuyor olması, sadece birbirlerine benzeyen insanlar olduklarını düşündürür.
Cevap: E
12. V numaralı yerde üç nokta yanlış kullanılmış. Üç nokta bitmemiş cümlelerin sonuna konur ya da “ve benzerleri” anlamında kullanılır. Önceki cümlede “Bir de ad takmışlar bu ortak gibi görünen şiir anlayışlarına ” dendikten sonra iki nokta kullanılmış ve iki noktadan sonra, bu adın Yeni bütüncü şiir olduğu söylenmiş. Burada söz tamamlanmış, başka söylenecek bir söz yok. Dolayısıyla üç nokta yerine nokta kullanılmalı.
Cevap: E
13. Parça ağacın kişileştirilmesi üzerine kurulmuştur. “Ağaçla sırdaşlık, dostluk”, “ağacın daveti”, “ağaçla dertleşme” ifadelerinde kişileştirme yapılmıştır. Parçanın yazarı okuyucuya samimi bir üslupla seslenerek anlatıyor düşüncelerini. ilk cümle gerçek bir soru cümlesi.” ağacın davetine kim karşı koyabilir?” cümlesi ise sözde soru cümlesi.Parçada yazar, kişisel düşüncelerini dile getirdiği için öznellik söz konusu. Yazar, parçada başkasına ait bir cümleye yer vermemiş, yani bir alıntı yapmamış.
Cevap: E
14. “Şiirin gündelik yaşamla göbek bağını koparması”, “şiirin çoraklaşması”, “şiiri besleyen damarlar” ifadelerinde somutlamaya başvurulmuştur. İlk cümlede şiirin yeni tatlar oluşturması, gündelik yaşamla bağını koparmama koşuluna bağlanmıştır. “……. insanoğlundan koparsa şiir, çoraklaşır …….” cümlesi de koşul cümlesidir. Parçada şiirin değer kazanmasının koşullarına yorum içeren cümlelerle açıklık kazandırılmaya çalışıldığı için açıklayıcı anlatım kullanılmış. Parçada “yeni tatlar”, “göbek bağı”, “yürekleri kıpırdatmak” gibi ifadelerde mecazlardan yararlanılmış. Bunlara karşılık yazar, kendi düşüncesini başka birinin sözüyle desteklemek gibi bir yola, yani tanık göstermeye yer vermemiş.
Cevap: C
15. Paragrafta bazı dergi ve gazete yazılarının altındaki “eğitimci yazar”, “yazar” gibi sıfatların anlamsızlığı vurgulanıyor. Yapılan bir yanlışla ilgili eleştirel bir görüş ortaya konuyor. Parçada diyaloglar yok, herhangi bir olay anlatılmıyor, betimleme yapılmıyor, duyguların ifadesi de söz konusu değil; Bu nedenle parçadaki anlatım biçimi tartışmacı anlatımdır.
Cevap: B
16. Parçada asıl anlatılmak istenen, sanatçının dıştan yönlendirilmeyle değil de kendi tercihi ve iradesi doğrultusunda ortaya koyduğu eserin kalıcı olabileceği ve rehber olabileceği düşüncesi. Yazar bu genel yargısını Nâzım Hikmetle, onun Kuvayı Millîye Destanı ile örnekleyerek somutlaştırıyor.
Cevap: B
17. Parçada I. ve II. cümlelerde, bir yerde doğmanın bir rastlantı olduğu, özellikle bir yazar için doğduğu yerin belirleyici olmayıp sadece bir istatistik veri olduğu söylendikten sonra III. cümlede coğrafyanın insanın künyesinde önemli bir öge olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla III. cümle, ilk iki cümleyle çelişiyor ve düşünce akışını bozuyor.
Cevap: C
18. Parçada yazar, sözünü ettiği kişilerle bir ön görüşme yaptıklarını ve onlara bu mesleği niçin seçtiklerini sorduklarını, biraz da genel kültürlerini ölçtüklerini söylüyor. Peki, böyle bir sorunun sorulduğu, genel kültürün ölçüldüğü bir ön görüşme niçin yapılır? İş başvurusunda değil mi? Nitekim seçeneklere göz attığımızda D’de böyle bir bağlantıyla ilk cümle olabilecek cümleyi görebiliyoruz.
Cevap: D
19. Yazar, hatırlayabildiği en eski yıllara giderek kitap okumaya başladığı ilk zamanları düşünüyor. Evdeki kitaplardan birini rastgele seçtiğini; satın alırken de bazen kapağına bakarak bazen içini karıştırdıktan sonra, bazen de elini uzatıp dokunduğu ilk kitabı aldığını söylüyor. O zamanlar gece yarılarına kadar okurmuş ve okuma tutkusu şimdi de devam ediyormuş. Buraya kadar anlaşılıyor ki okuma alışkanlığını ileri yaşlarda değil, çocukluk döneminde kazanmış olmalı. Bu durumda sorunun yanıtının B olduğu ortaya çıkıyor. Zaten diğer seçeneklerde verilenleri yazarın söyledikleriyle eşleştirebiliyoruz. “Artık okuduklarımı yorumluyorum.” cümlesi E’yi; “Eskisi gibi rastgele okumuyorum.” cümlesi A’yı; “Eleştirmenleri dikkate alıyorum ama baskıdan, yönlendirilmekten hoşlanmıyorum.” cümlesi D’yi; “Okuma tutkum şimdi de devam ediyor.” cümlesi de C’yi veriyor.
Cevap: B
20. Parçada IV. cümleye kadar iyi portre yazmanın koşullarından söz edilmiş. IV. cümleden itibaren konu değişerek Stefan Zweig’ın portre yazarlığındaki ustalığı ele alınmış.
Cevap: D
21. Parçada yazar kendi kuşağının ruhu gibi yazısının da kargacık burgacık olduğunu, elle iyi kötü yazarken bilgisayar yüzünden el yazısını, kurşun kalemi, dolma kalemi hepten unuttuklarını yakınarak anlatıyor. Parçanın belirlediğimiz bu konusuyla eşleşen seçeneğinin A olduğunu görüyoruz.
Cevap: A
22. Türkçenin ilk yazılı örnekleri Göktürkçe Dönemine ait Göktürk Yazıtlarıdır. Uygurca Dönemi, Göktürkçeden sonraki dönemdir.
Cevap: A
23. D’de verilen dizede şair, ayrılığı hissettiğinde hırsından demirlerin eridiğini söylüyor. Bu ifadede yaşadığı gerçeği, olduğundan farklı, hatta imkansız denebilecek boyutta göstererek abartma sanatı yapıyor.
Cevap:D
24. Çapraz uyak düzeni a-b-a-b; sarma uyak düzeni a-b-b-a; örüşük uyak düzeni ise a-b-a biçimindedir. Yarım uyak tek ses, tam uyak biri ünlü biri ünsüz iki ses, zengin uyak da ikiden fazla ses benzerliğine dayalı uyaktır. Verilen şiirin uyak şeması a-b-a-b şeklinde; bu durumda çapraz uyak söz konusu. “Tas-ın” ve “olma-sın” sözcüklerinde “-sın” sesleri zengin uyak. Aynı şekilde “ses-i-n-de” ve “de-sin de” sözcüklerindeki benzeşen “-esinde” sesleri de zengin uyak.
Cevap: A
25. Parçada, okuyucu ile sohbet eder bir tarzda kimi insanlarla konuşmanın güçlüğü konusu ele alınmış: Bu anlatım özelliğine ve böyle bir konuya, deneme türündeki yazılarda rastlayabiliriz.
Cevap: D
26. Röportaj, gazete çevresinde oluşan metin; lirik şiir, coşku ve heyecanı dile getiren metin; destan, anlatmaya bağlı metin; komedya, göstermeye bağlı metindir. Biyografi, kişinin yaşamını yansıtan öğretici metin olarak değerlendirilir ama II. grupta böyle bir karşılık verilmemiştir.
Cevap: E
27. Verilen metin özel mektup türündedir ve mektuplarda tarihin sağ üst köşede gösterilmesi yanlış değildir.
Cevap: C
28. Okura yönelik eleştiri anlayışında eserin değeri, okura yaşatacağı estetik yaşantı ile orantılıdır. Bu tür bir eleştiride eleştirmen kendi duygularını, öznel yargılarını öne çıkarır. A seçeneğinde verilen parçada eleştirmen eserle ilgili öznel yargılarını ve beğenisini ortaya koyduğuna göre okura yönelik eleştiri anlayışına bağlı kalmış. B’de sanatçıya yönelik, C, D ve E’de topluma yönelik eleştiri örneklenmiş.
Cevap: A
29. İlahi, tekke edebiyatı nazım türüdür ve Allah’ı övmek, Allah aşkını dile getirmek amacıyla yazılır. Güzelleme bir Âşık edebiyatı nazım türüdür ve güzellemelerde sevilen bir varlığın övgüsü yapılır. Divan şiiri türü olan mersiyede ölen birinin ardından duyulan üzüntü dile getirilir. Tevhit de divan şiiri nazım türlerindendir ve Allah’ın varlığını, birliğini anlatan şiirdir. Tekke edebiyatı nazım türü olan şathiyede ise ozan, Allah’la senli benli bir üslupla ve adeta şakalaşır gibi konuşur. Verilen dörtlükte de Allah’a bu şekilde bir sesleniş, onunla böylesine bir konuşma havası var.
Cevap: E
30. İslamiyet öncesi dönem, Çin edebiyatının etkisinde gelişmiş bir edebiyat değildir. Bu dönem ürünleri Orta Asya bozkırlarının göçebe yaşam biçiminin izlerini taşır. Bu yaşam biçiminde Şamanizm, Budizm, Maniheizm gibi inançlar belirleyici olmuştur. Bu döneme ait bilgilerin bir kısmını Çin kaynaklarından öğreniyor olmamız Göktürk Yazıtları, Uygurca metinler, Divan-ı Lügati’t Türk de diğer kaynaklardır. Çin edebiyatının etkisinde kaldığımızı göstermez.
Cevap: B
31. Atabetü’l Hakayık, İslamiyetin kabulü sonrasında İslam inancını ve ahlakını esas alarak yazılmış bir eserdir. Bu nedenle İslamiyet öncesi dönemin inançlarını yansıtması söz konusu olamaz.
Cevap:E
32. Sözü edilen eser, on iki hikâyeden oluşması, destan geleneğinden halk hikâyeciliğine geçişte köprü rolü oynaması, 14-15. yüzyıllarda Anadolu’da konuşulan halk Türkçesini yansıtması, Oğuzların yaşayışını konu alması gibi özelliklere sahip olduğuna göre, Dede Korkut Hikâyeleridir.
Cevap: C
33. Orta oyununda Pişekâr ve Kavuklu olmak üzere iki temel karakter olsa da çok sayıda yardımcı karakter bulunur. Bu nedenle iki kişilik bir oyun olması doğru değildir.
Cevap: E
34. Divan nesrinde, seçenekteki yargının tersine, cümleler genellikle uzundur ve o dönemde yazı dilinde devrik cümle anlayışı henüz yoktur.
Cevap: D
35. Pir Sultan, hem 16. yüzyıl şairi olduğu için hem de şiirlerinde divan şiirinin etkileri görülmediğinden; Hoca Dehhani, divan edebiyatında din dışı şiirler yazmış, birkaç gazeli dışında şiirlerine ulaşamadığımız bir şair olduğundan; Ahmet Yesevî, 12. yüzyıl şairi olduğundan; Mevlana 13. yüzyılda yaşamasına, divanı ve mesnevisi olmasına rağmen heceyi kullanmadığından yanıt olamaz. Verilen bilgiler bizi Yunus Emre’ye götürmektedir.
Cevap: D
36. Hindistan’a giden bazı İran şairlerinin açtıkları yeni bir şiir çığırından söz edildiğine göre Sebk-i Hindî akımı aklımıza gelmelidir. C seçeneği de bu akımın adıyla başlayan tek seçenektir ve verilen şairlerden Naili, Neşati, Şeyh Galip bu akımdan etkilenmişlerdir.
Cevap: C
37. Şinasi birkaç şiirinde heceyi denemiş olsa da aruzdan vazgeçmemiş, şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır.
Cevap: E
38. Edebiyatımızda konusunu köyden alan ilk roman ya da uzun hikâye olan “Kara Bibik’ln ve natüralizm etkisinde yazılan psikolojik roman türünün başarısız bir denemesi olan “Zehra”nın yazarı, Tanzimat Dönemi’nde realizmin güçlü temsilcisi Nabizade Nâzım’dır.
Cevap: C
39. Mehmet Akif ile Tevfik Fikret arasındaki farklardan biri de onların Batı uygarlığına olan yaklaşımlarıdır. Tevfik Fikret, Batı’yı bütün dertlerin ilacı gibi görürken Mehmet Akif, Batı’yı sadece bilim ve teknolojideki değerleriyle önemser.
Cevap: A
40. Batıcı bir zihniyeti yansıtan Servetifünun romanlarında alafranga tipin ya da Batı’yı yüzeysel olarak benimseyen taklitçi tipin eleştirisi yoktur. Başka bir deyişle Tanzimat Dönemi romanında görülen yanlış Batılılaşma temasını Servetifünun romanında göremeyiz.
Cevap: E
41. Millî Edebiyat Dönemi’nde Servetifünun hikâye ve romanının Batıcı zihniyetine bir tepki söz konusu olsa da Batılı roman tekniğine yüz çevirmek gibi bir durum yoktur.
Cevap: C
42. Sodom ve Gomore adlı roman, Halide Edip’in değil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eseridir.
Cevap: D
43. Verilen özellikler Mehmet Emin Yurdakul‘u tanımlamaktadır. Özellikle I, III ve V. yargılar, seçeneklerdeki şairlerden sadece Mehmet Emin Yurdakul için doğrulanabilir.
Cevap: E
44. Verilen şiirin, serbest nazım örneği olduğu dikkate alınırsa Servetifünun, Millî Edebiyat ve Yedi Meşaleciler seçeneklerinin elenmesi gerekir. Birinci Yeniciler de İkinci Yeniciler de serbest nazmı kullandığına göre şiirin dil ve anlatımı, içeriği belirleyici olacak. Şiirde yalın ve açık bir anlatım var. İkinci Yenicilerin anlatımı bu kadar yalın ve açık olamaz. O halde şiir Birinci Yeni anlayışına bağlı.
Cevap: D
45. Necip Fazıl Kısakürek, Millî Edebiyat şairi değil, Cumhuriyet Dönemi şairidir. Bu dönemde mistik eğilimlerle öz şiir denecek bir anlayışın etkisindedir.
Cevap:A
46. Havaya Çizilen Dünya, Cumhuriyet Dönemi şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nındır.
Cevap: D
47. Yaraya Tuz Basmak adlı roman, Kurtuluş Savaşı romanı değildir. Kitapta Kore Savaşı’ndan 27 Mayıs’a, Türkiye’nin çalkantılı on yılı anlatılmıştır.
Cevap: E
48. Türk’ün Ateşle imtihanı ve Mor Salkımlı Ev Halide Edip Adıvar’ın anı kitapları; Zeytindağı da Falih Rıfkı Atay‘a ait anı kitabıdır. Mor Salkımlı Ev’de yazarın çocukluk anıları; Türk’ün Ateşle İmtihanı’nda da İstiklâl Savaşı anıları anlatılır. Adını Cemal Paşa’nın I. Dünya Savaşı’nda karargâhının bulunduğu Kudüs’e yakın bir dağın adından alan Zeytindağı adlı eserde ise Falih Rıfkı, yedek subaylık anılarını anlatır.
Cevap: C
49. Verilen şiirde anlam açıklığı yok ve dil bilgisel sapmalar var. Bu anlatım özelliği sadece İkinci Yenicileri düşündürüyor.
Cevap: E
50. Sait Faik dünya edebiyatında Maupassant’ın öncülüğünü yaptığı, bizde de Ömer Seyfettin‘in başarıyla uyguladığı “olay” öykücülüğünü değil, Çehov’un geliştirdiği “durum-kesit” öykücülüğünü benimsemiştir. Bu tarz öykücülük, olaya, entrikaya, kişilere, serim-düğüm-çözüm planına dayanmaz.
Cevap: D
51. Şiirde “demesini” sözcüğü redif olarak tekrarlanıyor. “Canım ağzıma geldi”, nerden ince ise ordan kopsun”, “atın ölümü arpadan olsun” gibi halk söyleyişlerinin olması folklordan yararlanıldığını gösteriyor. Şiirde rahat, doğal, akıcı bir söyleyiş var. Şiirde dil bilmenin önemi vurgulandığı için didaktik bir amaç söz konusu. Şiirin “manzum hikâye” olduğu yargısı ise doğru değil. Çünkü şiirde didaktik bir yan olmakla birlikte bir hikâye anlatılmıyor.
Cevap: A
52. Şiirde bireyin kendini arayışı serbest nazım formunda ifade edilmiş. Seçeneklerde verilen şairlerden böyle serbest nazımla işleyebilecek tek şair Behçet Necatigil. Faruk Nafiz, Yahya Kemal ve Mehmet Akif heceyi ya da aruzu kullanan şairler. Orhan Veli ise soyut konulara ilgi göstermeyen bir şair.
Cevap: C
53. “Üç İstanbul“, Mithat Cemal Kuntay‘ ait bir romandır. Halikarnas Balıkçısı‘nın en başarılı romanı Aganta Burina Burinata’dır.
Cevap: D
54. Yeniliği reddetmeden gelenekle ters düşmemeyi ilke edinen, “yaşayan Türkçe” sloganıyla “öz Türkçe’ye karşı çıkan, 1950 yılında yayımlanmaya başlanan ve Mehmet Çınarlı, Gültekin Sâmanoğlu gibi şairlerin kadrosunda yer aldığı dergi Hisar dergisidir.
Cevap: A
55. A’da sözü edilen Haydar Ergülen günümüz şairlerindendir ve şiirden başka deneme türünde yapıtları vardır, hikâye yazarı değildir.
Cevap: A
56. Bilinçaltının karmaşık dünyasını sanata aktarma amacı güden akım sembolizm değil, Andre Breton’un açıkladığı bildirgeyle varlığını ortaya koyan; Freud’un psikanaliz kuramını sanata uyarlayan sürrealizm(gerçeküstücülük) akımıdır.
Cevap: A
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.